Hazirandan İki Ay Sonra Bir Satıra, Bir Sıraya Sığacak Çocuklar!
Haziran ayında okullar tatil olacak ve çocuklar evleri kadar güvende ve rahat hissettikleri okul öncesi kurumlarında öğrenme süreçlerini tamamlayacak. Ebeveynlerinin ifadesiyle artık onlar birer ağabey/abla olarak yaz tatili biter bitmez büyük okula/ilkokula gidecekler.
Eylül ayında okullar açıldığında; farklı bir öğretmen, okuma yazma çalışmaları, dersler, ödevler, yeni bir sosyal çevre, yeni okulun kuralları, törenler, teneffüsler, sırada oturmak, çizgili deftere yazmak, az oynamak gibi pek çok yeni durum onları bekliyor olacak…
Oysa çocuklar haziran ayına kadar; en büyük işlerinin oyun, kişisel ihtiyaçların karşılarken yanlarında hep bir yetişkinin, özgürce hareket ettirebileceği alanların olduğu bir yaşantının içindeydiler. Hazirandan iki ay sonra; bir sırada en az bir ders saati kadar hiç kalkmadan oturması ve defterinin satırını taşırmadan söylenenleri yazması gerekecek…
Çocuk; toplumsal yaşamı ve gereklerini bilmiyorsa, vücudunu ve onu nasıl koruması gerektiğinin farkında değilse, öz bakım ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamıyorsa, zaman kavramını bilmiyor ve kullanmıyorsa, kendisi için tehlikeli olabilecek durumlarda kendini koruyamıyorsa, evin bakımı, temizliği gibi işlerde sorumluluk almıyor/alamıyorsa, öfke kontrolü, hayır diyebilme, kendini ortaya koyma, stresle başa çıkma, iletişim, kendini tanıma gibi yaşam becerilerine sahip değilse işi çok zor. İki ay içinde gerçekleşen bu köklü değişiklik çocuk açısından baş edilmesi zor bir gerçeklik.
Çocukların ilkokulun ilk yılını sağlıklı biçimde geçirebilmesi için okul olgunluğuna sahip olmak en temel koşul. Okul olgunluğu ya da ilkokula hazır olmak denildiğinde akla ilk gelen; okuyup yazması için gerekli olan bilişsel ve psikomotor gelişimdir. Oysa okul olgunluğu için çocukların sosyal, duygusal, dil, öz bakım, algılama, kavram gibi alanlarda da gelişimini tamamlaması gerekir.
Yaygın olarak görülen koruyucu aile tutumuyla yetişen çocuklar; öz bakım ihtiyaçları başta olmak üzere sorumluluk alma, problem çözme gibi pek çok beceriyi kazanamadığından genellikle okul olgunluğuna erişmeden ilkokula başlar. Bu yaşa kadar; neyi ne kadar yiyeceğine, nasıl giyineceğine, kiminle nerede oynayacağına karar veren, onun adına tüm sorumlulukları üstlenen anne babasına alışık olan çocuktan olgunluk beklemek de yersiz olur. İlkokulda da aynı özenle(!), aynı tutumu devam ettirmeye teşne ebeveynlerin çokça olduğu bilinir ve gözlemlenir. Çocuğunun okul çantasını taşıyan, teneffüste ağzına bir şeyler tıkıştıran, ödevlerini adım adım kendisi yapan, ona zorluk yaşatan arkadaşına haddini bildiren ebeveyn tutumu… Yani çocuğun yaşam becerisi kazanmaması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan tutum.
Yaşam becerilerinden biri olan çocuğun kendi ayakkabısını giymesi ile ilkokulu ve diğer eğitim kademelerini atlayarak üniversiteye girmesi arasındaki ilişkiye bakalım. Ayakkabı giyme; başlangıçta zor bir eylemdir. Doğru ayakkabıyı doğru ayağa denk getirmek, düşmeden giymek için belki de hiç kullanmadığı kasları kullanmak, defalarca denemek gerekir. Ancak çocuğa bu fırsat verildiğinde pratik yapa yapa kısa bir süre içinde ayakkabı giyme becerisini kazanacaktır. Kendi sorumluluğunu alma, seçim yapma (bağcıklı, bağcıksız, yazlık, kışlık ayakkabı vb.) seçimin sonuçlarına katlanma, sabretme, ne istediğini bilme ve başarma duygusu “yaşam becerisi” olarak hanesine yazılacaktır. Bu fırsat onlara verilmezse iki ayda düzeni, konforu, alışkanlıkları yerle yeksan olan çocuklar karşımıza çıkar. Çocuk zorlanır. Zorlanan çocuklarına kıyamayan veliler daha da koruyucu olur. Bu durum hiç bitmeyen bir paradoksa dönüşür! Üniversiteye girmek de aynı değil mi? İlgisi ve yeteneğine uygun biçimde doğru üniversitede doğru bölümü denk getirmek. Mevsime uygun ayakkabıyı ayağa denk getirmek gibi 🙂 Duygusal olarak dağılmadan sınavları denemek, defalarca ayakkabıyı giymeyi denemek gibi 🙂 Bolca soru çözme pratiği yaparak istediği bölüme girmek ise ayakkabı giyme başarısını göstermek gibi…
Her anne baba kendi ayakları üzerinde durabilen çocuklar yetiştirmek istiyor ama sürekli kucakladıkları çocukları ayakları üstünde durmak bir yana yere bile basamıyor. Ayakları üzerinde durabilen bireyler olmaları için geç değil. İlkokula başlamadan önce okula hazırlık açısından yapılabilecekler;
- Zamanı planlaması yapmak için ona ait olacak bir saat alarak işe başlamak. Teknolojik araçlarla ilişkisini de düzenleyecek bir fırsat olacak biçimde günlük zaman çizelgesi hazırlamak.
- Çocuğa adres ve telefon numaranızı öğretmek.
- Tuvalet temizliği başta olmak üzere bedenin sorumluluğunu çocuğa vermek,
- Oyun saati, bilgisayar saati, yemek saati, oyun saati, park saati, evde iş saati vb. belirlemek ve uygulamak.
- Çocuğun biyolojik saatini okul saatlerine göre düzenlemek.
- Odasını toplamak, zaman çizelgesine uymak, evde hayata katılım gibi konularda sorumluluk vermek
- Anaokulunda kişisel eşyalarının kontrolü ve düzeni başta olmak üzere sorumluluğu büyük oranda ona bırakmak,
- Okulu abartılı biçimde anlatmamak. Çok eğlenceli ya da çok zor gibi…
- Gideceği okul konusunda seçenekler var ise karar verirken çocuğun görüşünü almak,
- Okula karar verdiyseniz eylül ayını beklemeden çocukla birlikte gitmek,
- Öğretmeni belirlendiyse mesleki eğitim çalışmaları(haziran ve eylül) bitmeden öğretmeni ile tanışmak.
- Okula ulaşımla ilgili bilgi vermek, mümkünse birkaç kez gidiş yolu ile ilgili alıştırma yapmak
- Okul alışverişini birlikte yapmak, kendi malzemeleri için ona seçim yapma fırsatını vermek.
- İlkokul ortamlarını gösteren videolar izletmek ve bilgi vermek.
Okul korku ya da ödül olarak sunulacak bir yer değildir. Okula gitmek çocuğun sorumluluğudur. Okul olgunluğuna erişme konusunda rehberlik almak ve desteklenmek hakkıdır. Çocuklarımıza hak ve sorumlulukları konusunda hakları olanı sağlayabilmek dileğiyle…
Bir cevap yazın